şehirlerimiz ve onun sokakları
bu kadar kirliyken
sana nasıl temiz bir şeyler anlatabilirim
gülmeni isterim
mutlu olmanı isterim
beklentilerin az olsun
kimselerle kendini kıyaslama sakın
bilemezsin
bilemeyiz
bilemeyeceğimizi bilelim bu yeter
şehirlerimiz ve onun sokakları
bu kadar kirliyken
sana nasıl temiz bir şeyler anlatabilirim
gülmeni isterim
mutlu olmanı isterim
beklentilerin az olsun
kimselerle kendini kıyaslama sakın
bilemezsin
bilemeyiz
bilemeyeceğimizi bilelim bu yeter
Yıllar sonra Ali Poyrazoğlu'nu izledim televizyon kayıtlarında. Dinlerken kendisinden iyi bir enerji aldığımı söylemeliyim. Samimi ve içten. Bilgi dolu. Ülkemizde çok başarılı ve değerli ne çok insanımız var. Söyledikleri arasında popüler ve medyatik duyarlılıkların, esas çalışmalarımızı ıskalayıp çok sıradan taraflarımıza ne çok ilgi gösterdiğine yapılan atıf çok dikkat çekiciydi. Bir de para kazanmaktan ziyade parayı nereye harcadığımızın daha önemli bir konu olduğuna vurgu yaptı. Çok güzel şeyler anlattı. Kendisine sorular yönelten purogram yapımcısı da hiç sözünü kesmedi sağ olsun.
Sosyal medya adı verilen uyuşuk mekanizmanın kıskacından kurtulup etrafımıza yeniden bakmalıyız.
Zappa'nın ismini Barış Manço'dan öğrendim. Meğer Barış Manço'yu Zappa isimli şarkıcıya benzetirlermiş. Barış Manço bundan şikayetçi olmadığını Zappa'nın bir felsefesi olduğunu dile getiriyor söyleşide.
Bunun üzerine Zappa hakkında biraz araştırma yaptım. Zappa'nın sözleri arasında şu ifade beni güldürdü: "Dünyada aşk üzerine şarkı yapılmış olmasından daha çok bir şey yok. Ama insanlar yine de birbirlerini sevmiyorlar. Demek ki müzik bir işe yaramıyor" demiş.
Ahmet Güvenç, Barış Manço VE Kurtalan Ekspres'in gitaristi. O da şöyle diyor bir söyleşide: "Biz sevgiye müzik yaptık, yarlara değil".
Böylece fırsatım olsa Zappa'ya şöyle derdim: Sadece bir insana yönelik sevginin dışa vurulmasından ibaret bir müzik bir şeye yaramayabilir. Ama genel olarak sevgi kokan bir müzik işe yarar. En azından Erich Fromm bile buna benzer şeyler söylememiş miydi?
hayatında bir şeyler eksik kalmalı
eksik kalmalı hayatın
eksik başlayan hayatlar var
eksilerek gelişen hayatlar var
senin onlardan neyin eksik
onların senden neyi eksik
varsa da bir eksiklik
kimselerin eksilttiği bir şey değil o
kendi eksik
Eski arkadaşım bana soruyor, sen kaderi nasıl tanımlıyorsun?
Dedim ki, evden sokağa çıkmak kararı verebilirsin ama kimlerle karşılaşacağını bilemezsin.
Güldü, bazen akıllı sözler ediyorsun, dedi.
Bazen.
Bir evin kapısında ayakkabı bırakmanın iki boyutu vardır: 1. biyolojik boyutu, 2. Ahlaki-davranışsal boyutu.
Ev dediğimizde de bu bir müstakil ev olabileceği gibi apartman dairesi de olabilir.
Biyolojik boyut, ayakkabının altındaki toz ve kirleri evin içine taşımakla ilgilidir. Bu tamamı ile yaşadığınız mahalle ve şehir ile ilgili olup, kirli sokaklarınız yoksa ayakkabılarınız da kirli olarak eve dönmeyecektir. Bir yağmur yağması ile sokağınız çamur oluyor da olabilir.
Diğer yandan kendi başımıza yaşarken kapıda ayakkabı bırakmamak kolay olabilir ama kalabalık bir misafirimiz olsa herkesin ayakkabısını içeri alacak yerimiz de bulunmayabilir.
Apartman hayatı, şehir hayatı empati yapmadan güzel olamaz. Birbirine komşu iki dairede oturan insanlar kapıda ayakkabı bırakırken, kendilerine şu soruyu sormalılar: komşum da benim bıraktığım gibi ayakkabılarını bıraksa ben ne düşünürüm?
eğer kendine bir
radyo almayı çok tatsız buluyorsan
bir arkadaşına radyo hediye etmelisin
o da
evindeki televizyonu salondan çıkarmalı
radyoyu koymalı onun yerine
sessiz bir ayarda
sabahtan akşama kadar çalmalı o
bir gün Türk Sanat Müziği, bir gün Türk Halk Müziği
sonra da Kilis'te,
Kars'ta, Muş'ta yaşamayı aklından geçirmelisin
sol elini beyaz önlüğünün cebine koydurmaya
zorlayarak fotoğrafın olmazsa olmaz diyen
özel hastanenin patronuna
ben sizde çalışacak kadar büyük bir doktor değilim
demelisin
bazı günler katmer yiyebilmelisin böylece iş çıkışı
fırından ekmek almalısın
gömleğinin markasını unutmalısın
ölmüşlerini hatırlamalısın
sensiz, yaşadıkları ortamın daha güzel olacağını düşünen
herkesin
kazanmak istedikleri her şeyi
sen peşinen kaybetmeyi seçmelisin
böylece
bir ikindi saatinde Sada Masaşi'nin kemanı sana da hoş
gelebilir
ve bu
şükür edilmeye değer bir hayatın olduğunu anlamana yeter
Seçimler yaklaşıyor. Eğer vakit bulup da iki televizyon kanalında tarafları izlerseniz, toplumumuzda noksanlığı en çok olan şeyin sevgi olduğunu göreceksiniz.
Çok sevdiğim genç bir arkadaşımın beyin tümörü olduğunu öğrendim.
Yağmur yağdı. Boşaldığı söylenen barajlarımız su ile dolmuştur ümit ederim.
İftarların sakin ve sade olanlarını seviyorum. Kimselerden iftar daveti gelecek diye korkuyorum.
Yıllar sonra tiyatroya gittim. Kafam boşaldı. Tavsiye ederim.
Bir hastam benim yabancı diller bildiğimi fark etmiş olarak bana dil öğrenmenin yollarını sordu. Böyle sorular almak çok nadir. Çoğu kimse her şeyi bildiğini düşünüyor.
Öte yandan internetten sadece ambalaj kartonunun nasıl yapıldığının hikayesini bile dinleseniz ne kadar bilgisiz olduğumuzu anlarsınız. Ama bu kadar çok şey bilmek gerekli mi?
Fotoğraf makinelerimi seviyorum. Onları yapanlar sağ olsunlar.
Bir inşaat firmasının reklamı şöyleydi: "dünyanın en ünlü kahvecisi kiracınız olsun". Yani benden dükkan satın al diyor. Merak ettim bu iş kazançlı bir iş ise niye kendisi kiraya vermiyor. Başkalarını aptal yerine koymamak daha insanca. Ben olsam satılık dükkan derdim. Konumunu gösterirdim. Bu daha insanca.
Deprem oldu.
Üzüldük.
Keyfimiz kaçtı.
Deprem aslında yağmur gibi bir tabiat olayı.
Yağmurun da şiddeti değişebiliyor.
Az bir yağmurda bile sokağa şemsiye olmadan çıksan ıslanıyorsun.
Büyük yağmur sel sebebi olabiliyor.
Bir kaç ay önce Pakistan'da çok büyük seller meydana geldi. Milyonlarca insan evsiz kaldı. Türkiye'de biz bunu bir akşam haberi olarak izledik. Bundan haberi olmayan vatandaşımız da az değildir.
Aynaya bakmalıyız.
Hatayı kendimizde aramalıyız.
Yüksek bina yapmaktan vazgeçmeliyiz.
İki bina arasından güneş sızmalı.
Çok zengin olmasak da olur.
Güzel kalpli insanlar olarak güzel şehirlerde, güzel köylerde yaşamalıyız.
Sıradan insanlar bunun değerini bilmeyebilir, okumuş ve bir yetki sahibi olmuş insanlar bunu onlara anlatmalı.
Taner Artvinli tarafından yazılan ARTVİN ETİMOLOJİ SÖZLÜĞÜ'nü elime aldığımda kapağı görüp, hacmine baktıktan başka, içeriğe de bir göz attıktan sonra arka kapakta yazılanları okuyayım dedim.
Sevan Nişanyan'ın yazısına yer verilmiş. Kitabın arka kapağında böyle bir yazı olması talihsizlik olmuş. Bu bir sözlük. Kelimelerin kökenine inmek gibi bir gayesi var. Bilgiye dayalı, bilgiyi amaç edinmiş bir kitapsa eğer, içeriği hakkında yorum yapan herhangi bir insanın "milli ve hamasi önyargılara yüz vermeden", "dürüst" gibi kelimelere yer vermemesi gerekirdi. Çünkü bu tür ifadeler son derece kişiye özeldir ve duygusal olarak nitelendirilmeleri daha uygundur. Bilimsel değildir. Bilgi ile ilgili değildir. Kimin dürüst olabileceği, ne kadar dürüst olabileceği subjektif bir konudur. Neyin hamasi olup olmayacağı da öyle.
Şu dünyadan Türkler ve Türkçe yok edilirse dünyanın cennet olacağını düşünen insanlar var.
Ayrıca arka kapakta kitabın yazarını övmeğe de gerek yok. Övmek bilgi ile alakalı değildir.
Şekilsel olarak şunu söylemek isterim: bir çok kelimenin karşısında "bk" ifadesi koyulmuş. Bu okuyucuyu çok yoran bir şey. Az sayıda kelime karşılığında kullanılmış olsaydı belki anlamlı olabilirdi. Aynı sayfada on tane kelimenin karşısında "bakınız falanca kelime" olmaz. Köşe kapmaca oynuyor değiliz. Sözlükten bir kelimenin anlamı ve kökenine bakıyoruz. Aradığımız ve buluştuğumuz yerde karşılığı olsun isteriz.
Bu dünyadan geçip giden her insan tekinin böyle bir eser bırakması ne güzel olurdu.
Yeni baskıya önsözde pek çok şeyin değiştiği tespitin yapıyorsunuz. Bugün olsa Hastalar İnsandır kitabına özellikle ekleyeceğiniz hususlar olur muydu?
-Doktorların hastaların şiddetine maruz kaldığı günümüzde "Doktorlar İnsandır" kitabı var mı yayın planınızda?
-Hastanelerdeki Kelimeler kitabınız, hastalar için doktorları anlama kılavuzu mahiyetinde. Peki doktorlar için hastaları anlama kılavuzu projeniz var mı? Doktorlar ve hastalar bir dil üzerinden ortak paydada buluşabilir mi?
………………………..
“Bugün olsa”, diyorsunuz; kitap adına bugün olmuş zaten. Kitap raflarda ve internet sitelerinde yerini alabiliyorsa kitap adına bugün olmuş demektir. Ama sorunun esas amacı “bugünkü ben” ile ilgili ise bugünkü ben, o kitabı yazan benden 20 yaş daha büyüğüm. Yirmi senede hepimizin hayatlarında çok şey değişti. Fakat tam anlamıyla olgunlaşmış ve bir konuda son sözü söylemek iddiası olan bir doktor veya yazar olmadığımı hatırlatmak isterim. Noksanlık olmalı. Eksiklik olmalı. Böylece daha güzel aranabilir. Ayrıca yeni baskısında sizin dediklerinize cevap olabilecek nitelikte çok sayıda dipnot var ve hatta esas olarak onların okunması halinde kitap daha güzel anlaşılabilir.
Doktorların hastaların şiddetine maruz kalması sözü biraz iddialı olmuş. Hastalar, gerçekten hasta olanlar, bir hastalık teşhisi alıp buna ait etiketi üzerinde taşıyanlar, doktorlara kötü bir şey yapmayı pek düşünmezler. Bu söylediklerinizi olsa olsa onların sapasağlam yakınları yapabilir. Diğer yandan şiddete maruz kalmak bütün insanları ilgilendiren bir kötülük. Olan sadece doktorların da bundan nasibini almasından ibaret. Başka bir ifade ile söyleyecek olursak, genel anlamda, sevgi dolu ve ahlak seviyesi yüksek bir insan topluluğu olmuşuz da sadece hastanelerde doktorlara şiddet mi sergileniyormuş? Böyle bir şey yok. Doktorların, şiddeti demeyelim ama, doktorların kötü bir davranışı hak etmeleri de pekala mümkün. Ama bu çoğu kere olmaz ve olmamaktadır. Çünkü çoğu insan iyi ve sabırlıdır. Dünyada iyi insanlar da çok, iyi doktorlar da çok. Arada kötülerin olması da hayatın kendisi. Diğer yandan doktorların insan oluşları hakkında “Büyüyünce Ne Olacaksın: Doktor” adlı kitapta yazılar var. Bana eskiden beri “Hastalar Da İnsandır” kitabını duydum, diyen çok kimse olduğunda, hep tebessüm ettim. Çünkü ben hastalar da insandır hiç demedim. Belki doktorlar da insandır denebilir.
Hastanelerdeki Kelimeler kitabı doktorları anlama kılavuzu değildir. Doktorları anlamak zordur ve bir kılavuz kitabı yazılabilmesi de pek mümkün gözükmüyor. Ama hastaların, doktor ve hemşirelerin kullandıkları bazı kelimeleri anlama kılavuzu sayılabilir. Hastaneye giren insanlar bu kelimelerin anlamlarını bilseler iyi olur diye düşündüm. Tespitimde isabet kaydettiğime hastane koridorunda her gün rast gelirim. En son el ele tutuşmuş bir baba ve oğul gördüm önümde yürüyen. Çocuk babasına soruyordu: “baba poliklinik ne demek?” “Doktor ve hastaların ortak bir paydada buluşmaları” ifadesine de şöyle cevap vereyim. Ortada gerçekten bir hasta ve gerçekten bir doktor olduğunda buluşma daima sorunsuzdur. Sorun, taraflardan birinin henüz olgunlaşmamasıyla başlar. Ayrıca ilk intibalar yanıltıcı da olabilir. Uyumsuz gibi gözüken bir hasta veya yakını çok uyumlu çıkabilir, suratsız gözüken bir doktor size çok iyi yardımcı olabilir. Hepimizin öğrenecek çok şeyi olduğu için hayat devam ediyor.
Günüm çok güzel geçmekte iken, bir can sıkıcı olayla tüm günümün birden, bütünü ile kötü bir günmüş gibi bir etki uyandırmasına kızardım. İyi şeyleri hatırlamaya çalışırdım ve başarılı olamazdım. Gayretimin az olduğunu düşünürken yine de gayret etsem de başarılı olmazdım.
Bunun sebebini buldum.
Bir bidon su düşünelim. Temiz su. İçilebilir. Biri gelsin ve içine azıcık pislik koysun. O su kokar ve içilemez olur.
Bir başka bidon su düşünelim. Kirli olsun. Birimiz gidelim ve azıcık temiz su ekleyelim. Kirli su yine kirlidir ve içilmez.
Hayatımızdaki